Memleket o siralarda gercekten bir kurtlar sofrasina dönmüstür. Herkes cikarini sömürmekte bulmaktadir ve bütün sömürücülerin parca parca yok ettigi sey halkin payidir. Sürüklenilen yikimdan kurtulmak icin bir sentez ve bir hareket gereklidir. Romanda bunun ancak Kuvay-i Milliye ruhuna bagli demokrat bir toplumculuk ve ulusal bir devrimcilik olabilecegi gösteriliyor.
Istanbulun barlarindan gazete idarehanelerine kadar, gerek isyerleriyle, gerek kisileriyle, birbirlerinden tamamen uzak ve buna ragmen birbirleriyle catisan toplumun yatay kesiti.
Attila Ilhan öz acisindan cok boyutlu romani secerken, öyle bir secime uygun düsecek bicimde sinematografik kurgu yönteminden yararlaniyor; durum ve eylem gözlemlerini bir kameranin acimasiz cevikligiyle gerceklestiriyor; böylece, ortaya, toplumsal oldugu kadar insancil boyutlari da genis tutulmus bir roman cikiyor.
Kurtlar Sofrasinda Gerek tarihin yeniden degerlendirilisi, gerek toplumsal ve ekonomik olaylarin, kapitalistlesme süreci cevresinde verilmesi, teknik olarak her türlü bireysel etkilesim ve hatta sapikliklari kapsayacak bir örüntü icinde, adeta bir MarxFreud biresiminin arayisini andirir bicimde islenir.